Çarşamba, Kasım 27, 2013

Kasaba hayatı, Pink Floyd ve aşure

Büyük şehirde doğdum, büyüdüm ama bir kasabada, hatta küçük bir mahallede yaşamak için yaratılmışım. Ada'da da (pardon, çok fazla -da oldu ama hepsi yerli yerinde) "özel hayat" sınırını iyi çekmek kaydıyla, en sevdiğim şeylerden biriydi bu. Yaşam pratiğinde çok faydasını gördüm. Bir keresinde PTT'ye verilecek dilekçeyi, sabah açılmasını bekleyemediğimden, karşıdaki dükkana bıraktım. Bir Cuma günü manavdan rica ettim, semt pazarından benim için deniz börülcesi aldı. (İki yılın sonunda aynı manav bana enginar ayıklamayı öğretti.) Pastane zaten hepimiz için emanet yeriydi, vapurda karşılaşamadığımızda, alıp vereceğimiz şeyleri pastaneye bırakırdık.

Neyse... Cumartesi, evi epey yerleştirdikten sonra akşam üzeri dışarı çıktım. Bir nalbur ve kahve makinesini tamir ettirecek bir elektrikçi arıyordum. Pazarın köşesinde, ocağımı da aldığım tüpçüye sordum. Esnaf hakkında, esnaf referansını önemserim. Eski karakolu biliyor muydum? Hayır. Arjantin Kebap'ı? Evet, biliyordum. (Arjantin diye kebapçı ismi mi olur?! Bir gün sırf meraktan gideceğim.) Hah, onu geçince sola giden bir yol; o yol üzerinde de gecekondular başlamadan hemen önce yan yana dükkanlar var. Nalbur da orada, elektrikçi de...

Nalbur. Tamam. (Ustanın tarifine uymaya çalışırken, kavram karmaşasıyla, yanlış ölçüde boru aldığım sonra ortaya çıkacaktı.)

Terzi. Şu an lazım değil.

Elektrikçi. Kapalı. Tüh.

Televizyon tamircisi? Bi' şansımı deneyeyim. Kahve makinesi de elektrikli alet sonuçta!

Elektrikçi 5 dakika önce kapatmış dükkanı. Televizyon tamircisi, kahve makinesini ertesi sabah komşuya teslim etmek üzere aldı. Takip için telefonunu verdi. Bana da küçük yerde yaşamanın keyfini çıkarmak kaldı.

--

3 gün sonra. Filmin devamı:

- Nalburdan aldığım akordeon şeklindeki boru kısa geldi. Ayrıca her alüminyum folyo gibi görünen alüminyum, alüminyum folyoya benzemiyormuş. Öyle kolayca şekil almıyormuş. İkinci nalbur seferi. Yeni ölçü. Sonuç: Olumlu.

- Kahve makinesi. Elektrikçi amcayla beraber fişe taktık. Suyu doldurduk. Beklemeye başladık. TV'de haberler vardı. Spiker, Melih Gökçek'in Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı ilan edildiğinden bahsediyordu. Amcanın "rengini" bilemediğim için pek politikaya girmek istemedim. ODTÜ'lüler çok geliyormuş. Sevdi beni. "O kadar yürüdünüz ama yine de yolu yaptı adam" dedi. 6. dakikada sinyal sesi başladı. "Şunlar ne" diyerek, daha önce hiç kullanmadığım erteleme düğmesine bastı. Makine sustu! Yeminle ben de kurcalamıştım! Hain makine, diş doktoruna gidince ağrısı kesilen diş gibi çıktı! Neyse amcayla karşılıklı güldük, makineyi bir torbaya koyduk ve vedalaştık.

Dönüşte markete uğradım. Geçen yıl, bu vakitler, bir değil, iki kez birlikte aşure pişirdiğimiz, "bu sene yapamadık, Dr. Oetker mi denesek" dediğim için beni Twitter'da ifşa etmekle tehdit eden arkadaşımın gazıyla buğday, fasülye, nohut, şeker ve pirinç aldım. Kuruyemiş evde vardı. Önce yemeği kurdum (zeytinyağlı kereviz) sonra buğday, nohut ve fasülyeyi ayıklayıp ıslatmaya koyuldum. O sırada 7/24 Pink Floyd cover'ı çalan KAOS Sound'u dinliyordum. Birden yaptığım şey çok garip geldi. Pink Floyd ve aşure. Olsundu. Çin mutfağında tatlı-ekşi tavuk vardı ya, Nokta'nın mutfağında da Pink Floyd ve aşure olsundu. Afiyet olsundu.



Hiç yorum yok: